13 Kasım 2013 Çarşamba

Huzura bir adım...(2)


     Dalış grupları, dalış sıraları  planlanmış, dalış eşleri eşleşmişti. Dalış brifingi tamamlanmış, artık teknemizin dalış bölgesine varmasını bekliyorduk.
    
     Ankara'nın ayazından sonra, çarşaf gibi bir deniz, taze bir hava ve tenimize dokunan ılık akdeniz rüzgarı tüm düşüncelerimizi silip atıyor, bizi ruhumuzla baş başa bırakıyordu.
 
 
     Arkadaşların sohbetinden yine tanıdık bir soru kulağıma dokundu: "Görebilecek miyiz ?".
 
     Ve işte o büyülü an gelip çatmıştı: Teknemizin platformundan bir büyük adım ve dalgıç suda... önce keskin bir serinlik ardından ılık suyun yarattığı mutluluk. Bildiğimiz dünya hala maskemizden bize bakıyor, paletlerimiz ise artık gizemli dünyanın içinde yavaşça salınıyor. Az sonra tamamen içine dalacağımız huzurlu su altı dünyası.
    
     Dört kişiden oluşan grubuma ben liderlik ediyordum. Dalışa başladığımız bölge "Fener" dalış bölgesiydi. Yavaşça eşler birbirini, ben grubu takip ederek sekiz metreye yavaşça alçaldık. Güneş öyle güzel bir mavilik yaratıyordu ki rotamızdan vazgeçip sadece orda bu manzarayı seyrederek planlanan dalış süremizin bitmesini bekleyebilirdik.
 
    Gruptan aldığım her şey yolunda işaretiyle yavaşça paletler ardımda hareketlendi. Altımızda yeşil kısa çayırlar, yanımızdan meraklı meraklı geçen ufak papaz balıkları, sanki hep oradaymışız gibi bize bakıp işlerine devam ediyorlardı.
    
     Kuzeye doğru ilerleyip, kayalıklar arasında belki ilginç, bizden utanan bir balık görme umuduyla kayalıkların üstünde sırayla süzüldük. İşte en sevdiğim yer: Duvar. Karada bir uçurumun kenarında hangimiz korkusuzca durabiliriz? Hangimiz uçurum kenarında durup, kollarımızı bir kanat gibi açıp kendini aşağıya bırakabilir? İşte burada, bu duvarda yine sırayla duvarın üstünde kısa bir an durup, aşağıya bir kuş gibi süzüldük.
 
     24 metreye süzüldük bir sıra kuş gibi ve ilk meraklı orfoz kardeşimiz burda karşıladı bizi. Çekinmeden yanımızda dolaştı. Grubun tüm üyelerini selamladı. Artık konuşmuyor işaretlerle anlaşıyorduk ama herkeste olduğu gibi bende de aynı soru dolaşmaya başladı :" Görebilecek miyiz?" Bir yandan gözlerim etrafı ararken, bir yandan grubumu takip ediyordum. Grubun tüm üyeleri sakince düzeni bozmadan anın tadını çıkarıyor, her bakışmamızda mutluluklarını her şey yolunda işareti vererek bana gösteriyorlardı.
 
     Ağırlıklarımızı karada unutmuş gibi bu mavi dünyanın içinde uçar gibi süzülürken, dalış bilgisayarım 25 metreyi, manometremse 150 bar havayı gösteriyordu. Altımızda sanki yüzlerce yıl önce onları düşüren sahiplerine inat kıpırdamadan ahtapotların yuvası olmuş amforalar geri dönüp yavaş yavaş yükselmeye başlayacağımız yeri işaret ediyordu bana.
 
     Yeşil çayırlar altımızda, suyun ve kabarcık seslerimizin verdiği huzur duygusu, sanki hep burada yaşıyorduk. Fakat dönüş yolunda hafif eğimli kumluk zemini takip ederken ne bir ahtapot görmüş nede onu bulabilmiştik. Olsun herkes mutluydu suyun altında özgürce süzülebilmek bir süreliğine de olsa oralı gibi olmak bize yetiyordu.
    
    Bilgisayarım dalış zamanını 37 dakika gösterdiğinde hala tüm grubun fazlasıyla havası vardı. Teknenin yakınına gelmiştik, derinlik 10 metreydi. İlerde kumların üstünde fazlasıyla biçimli bir kaya bana garip gelmişti. Yavaşça o tarafa yöneldim gruba takip etmesini işaret ettim. Kayaya bir iki metre kala, kaya hareketlendi yanlarından kollarını sallayarak grubun etrafında yavaş bir daire çizdi yüzünü bize döndü. Herkes şaşkınlık ve mutluluktan suyun ortasında öylece asılı kalmış, yol boyu hayalini kurdukları Caretta carettaya tanışmanın keyfini sürüyordu. Görmüştük...
    
     Teknenin arkasında tuzlu sular üzerimizden süzülürken yeniden ağırlaşan bedenimiz ve ekipmanlarımıza aldırmadan, teknede kalanlara nispet kaplumbağamızın boyutları hakkında abartılar başlamıştı bile...
      
      Bunca kilometre yol, yapılan hazırlıklar, ama mavi dünyanın ev sahibiyle göz göze bir an... Her şeye bedel.
   

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Yorum ve sorularınız benim için değerli, teşekkür ederim