17 Ocak 2014 Cuma

Yolculuk... (1)

     Soğuk bir Ankara akşamıydı... Hikayeler de böyle başlar değil mi? Yol kenarları buza dönmüş kirli kar yığınları, puslu bir gece. Biz ise arabaya doluşmuş, battaniyelere sarmalanmış beş arkadaş.
     Biraz umutsuz da olsa, gece çöker çökmez Kaş'a doğru yola çıkmıştık. Umutsuzduk, çünkü hava tahminleri hafta sonunun kapalı ve fırtınalı gösteriyordu. Battaniyelerle bir bütün olmuştuk, çünkü küçük ticari aracı nedense ısıtamıyorduk.
     Aracımızın arkasını dalış çantaları ve her yeri kapladığımız minderler doldurmuştu. Sürücü olmayanların, bu yığının içinde kaybolarak uyumasını umuyorduk. Tüm ekibin biraz uyuması, birilerinin de aracı kullanması gerekiyordu.
     Yağmurlu havada dalış inanın çok keyifli olur ama fırtınayı gerçekten tavsiye etmem. Peki hava büyük ihtimalle fırtınalı olacaktı, öyleyse bizi bu yola sürükleyen neydi? Yolculuk keyfi? Soğuğa olan aşkımız mı? Hayır. Yoldaydık, çünkü Hasan kaptan hava açacak demişti.
     Aracımızı dönüşümlü olarak üç kişinin kullanmasını planlamıştık. Bir kişi aracı kullanacak, bir kişi sürücüyü uyutmamak için sohbet edecek, diğeri uyuyacaktı. Kalan ehliyetsiz iki kişiye ise her şey serbestti. Bu dönüşümlü sıranın en son ve en keyifli kısmı bana kalmıştı: Kaş'a varmadan önceki son sürücü. O yüzden biraz sohbetten sonra aracın arkasındaki eşya yığınının içine süzüldüm. "Molalarda beni uyandırmayın" diyerek sıkıca kapattım gözlerimi...
     Dalış eşim İsmail, "Hadi uyan artık" diyordu gözlerimin birini zorla araladığımda. Uyanmak istemesem de, sanırım sıra bendeydi. "Ne kadar çabuk geçti onca yol" diye düşündüm. Doğruldum, buğulu camı elimle sildim. Bir akaryakıt istasyonuna benziyordu burası, arabada benden başka kimse kalmamıştı. Arabadan hiç çıkmadan biraz daha uyuyayım, nasıl olsa beni uyandırmadan yola devam edemezler diye düşünüyordum ki, çok acıktığımı fark ettim.
     Ufak bir restoran vardı geceye bürünmüş, soluk ışıklı bu istasyonda. Açılmamak için direnen tek gözümle düşmemeye çabalayarak, keskin bir ayaz eşliğinde kendimi restorana attım.
     Daha içeri girer girmez, o baharatlı kokular tüm duyularımı doldurdu. Nerede olsa tanırım bu kokuyu: Saç kavurma.
     Herkes kendini, çeşit çeşit ikram tabaklarıyla bezenmiş masaya odaklamış beni görmüyorlardı bile. Şimdi siparişimi versem çok geç kalacaktık. Öyle hemen hazırlanmıyor ki bu yemek.
     Boş sandalyeye oturup biraz atıştırmak için çatalımı elime aldığımda, garson izin isteyerek cızırdayan saç kavurmayı önüme yerleştirip gözden kayboluverdi. Dalış eşi olmak böyle bir şey işte. Badim İsmail, ben biraz daha uykumu alayım diye, siparişimi vermiş, hazır olmasına yakın beni uyandırmıştı.
     Saç kavurmanın lezzetini mi anlatayım, masadaki başta yoğurt olmak üzere çeşit çeşit bezenmiş ufak tabakları mı bilemiyorum. Ama bir yolculukta yediğim en leziz yemeklerdi bunlar kesinlikle.
     Ve artık sürücü bendim...(Devam edecek)